“velinomics” vs. economics
Bundan sonra yapacağımız, yapmak zorunda olduğumuz, tercih de veli’lik müessesesinden neşet eden bir ekonomik örgütlenmenin tesisi üzerine olmalıdır.
Önce insanlığa pek de yabancı olmayan bazı düşünceler:
PARA:
“Pazarın efendisi rolünden....”
Emeğin sömürüsü problematiğinin kaynağı üretim araçları mülkiyetinin özel sahiplikte olması değil, para sisteminin yapısal arızalarından kaynaklanan sebeplerle ekonominin dağıtım tarafındadır. Aristo’nun da işaret ettiği gibi para bir yandan ekonomik faaliyeti kolaylaştıran bir mübadele vasıtası iken, diğer taraftan da pazara hükmetme gücü olan bir enstrümandır. O halde başlangıç sorumuz şu olmalıdır:
Paranın nötr bir mübadele aracı olması gibi pozitif yönlerini elimine etmeden, faizci ve birikimci gücü ile nasıl mücadele edilebilir?
Paranın pazara hükmetme gücü iki temel karakteristiğinden ileri gelir:
1- Birincisi, para bir talep vasıtası olarak biriktirilebilme imkanına sahipken, ekonomik denklemin arz tarafındaki emek ve mallar(hizmetler) bu özelliğe sahip değildir. Para, spekülatif amaçlarla, herhangi bir zarara uğramadan geçici olarak, pazardan mahrum bırakılabilir.
2- İkincisi, para mal ve hizmetlere göre üstün likidite avantajına sahiptir. Diğer bir deyişle bir joker gibi istenildiği zaman ve yerde kullanıma amadedir.
Paranın bu iki özelliği onu elinde bulunduranlara, mal ve hizmet arz edenler üzerinde imtiyazlı bir pozisyona sokar. Bu, özellikle büyük miktarlarda paraya hükmedenler için daha da geçerlidir.
Paraya hükmedenler alım, satım, tasarruf ve yatırımlardan oluşan ekonomik aktivitenin dinamik akışını sektey uğratabilirler. Böylesi bir güç para sahiplerine, spekülatif istiflemeden kaçınma
ve böylece paranın ekonomide sirküle olmasına izin vermeleri karşılığında ödül (şantaj mı demek lazım) olarak bir faiz ödemesi talep etme imkanını tanır.
Paranın bu içkin gücü onun bizatihi stoklanabilmesine bağlı değil; fakat onun ekonomik aktiviteyi aksatabilen ve bozabilen ve bu şantaj ile faiz (haraç) talep edebilmesini mümkün kılan potansiyeline bağlıdır. Sermayenin getirisi (return on capital) genel ekonomik mülahazalara göre daha önceliklidir, ve üretim, insanların gerçek ihtiyaçlarından daha fazla faiz oranlarına bağlı hale gelir. Uzun vadeli pozitif faiz oranları desantralize pazar düzeltmeleri için gerekli olan kar-zarar dengesini bozar. Bu sosyoekonomik sistemin karmaşık semptomlar göstererek bozulmasına yol açar: faizli paranın nötr olmayışı gelirin çarpık dağılmasına yol açarak, üretkenlikteki gerçek farklılıkları yansıtamaz hale gelir. Bu da sonuçta parasal ve parasal olmayan sermaye konsantrasyonlarına sebep olarak ekonomide monopolistik yapıların egemenliğine yol açar.
Paranın dolaşması ya da atıl durması(dolaşmaması) nihai kararını parayı elde tutanlar vereceği için, para vücuttaki kan gibi otomatik olarak akamaz. Bu hal altında, parasal arzın dolaşımı ve doğru miktardaki dozajı etkin bir kamu kontrolüne tabi tutulamaz; genel fiyat düzeylerinde deflasyonist ve enflasyonist dalgalanmalar kaçınılmaz olur. Düşen faiz oranları ve bu sebeple daha iyi yatırım şartları oluşuncaya kadar piyasadan çekilen paranın söz konusu olduğu bir ekonomik ortamda , durgunluk ve işsizlik artacaktır.
“..... Ekonomik faaliyetin nötr hizmetkarlığına”
Parayı hükümran gücünden yoksun bırakmak için, onun stoklanmasını caydırıcı yaptırımlar öngören yapısal değişimler gereklidir. Böylece paranın istiflenme eğilimi yavaşlatılabilir ve likidite avantajı nötralize edilebilirken, mübadele aracı olma vasfından yararlanmaya devam edilebilir.
Yapılması gereken şey, para sistemine bir “organik reform” uygulanmasıdır. Yani doğal sistemde ve sosyal sistemimizde olan diğer her şey gibi para da ebedi yaşam/ölüm döngüsüne tabi/ entegre olmalıdır; bir başka deyişle geçici ve fani olmalı, basit/bileşik faiz yoluyla kendisini limitsiz bir şekilde öz-çoğaltımını yapabilme karakteristiğini kaybetmelidir. Böylesi bir reform regüle edici, holistik (bütüncül) bir terapi olacaktır; para sirkülasyonundaki aksama nedenleri ortadan kalktıkça şu an için fonksiyon bozukluğu gösteren sosyal organizmamızda öz-şifalandırıcı güçler tedricen harekete geçerek krizin ekonomik ve yapısal semptomlarını devre dışı bırakacak ve nihayetinde naturel düzen ile harmoni içinde bir denge haline gelecektir.
Sermaye sahibinin çalışan kesimlerden talep ettiği (dayattığı) haraç sıfırlanınca, üretim süreçlerini etkileme imkanı kalmadığından üretici ve tüketicilerin dezavantajlı durumu da ortadan kalkacaktır. Daha da ileri olarak postüle edilebilir ki, faizin olmadığı ortamda, çalışan kesimin büyük çoğunluğu maaşa ve ücrete dayalı işlerini bırakarak, daha otonom (kendi işinde/başarmak istediklerinin peşinde) ya da kooperatif tabanlı işlerde çalışmaya başlayacaklardır.