25 Aralık 2010 Cumartesi

"Rububiyet'in" Peşinde

İnsanda iktisadi faaliyetin Saikleri:

Temel olarak insan, yemek, giyim, barınma gibi zaruri ihtiyaçları için iktisadi faaliyette bulunur.

Ancak insanda,  açıklaması hiç de kolay olmayan bir şekilde, mal toplamayı, mal çoğaltmayı, hiç yetinmeyecek, ve hiç doymayacak gibi biriktirmeyi arzu etmesi gibi bir temayül de vardır. Böylesi "ihtiyaç-ötesi" iktisadi faaliyette bulunma temayülünün iki sebebi vardır der Gazali.

 
Birinci saik “gelecek korkusudur”, “korkan insan kötümserdir”. Dolayısıyla mevcut ihtiyaçlarını karşılamış olsa bile uzun dönemli hesaplar yapar. Uzun bir ömrü, sağanak gibi yağan ihtiyaçlarını, her türlü riski hesap eder durur. Bir sigortaya ihtiyaç hisseder. Malının telef olabileceği, kendisinin ve efradının başkasına muhtaç hale gelebileceği gibi düşünceler içindedir. Malının miktarı arttıkça da, o miktardan yoksun kalmanın ona hissettireceği korku miktarı artar. Biriktirdikçe biriktirir ve kendisini bir sarmalın içinde bulur, öyle ki durabileceği son nokta dünyadaki her varlığa sahip olmaları halidir.

İkincisi  ise izahı zor ve garip bir saik’dir.  Belki bunun insanın ruhu ve yaradılışı itibarıyla açıklamaya çalışmak gerekebilir. İnsan ruhunun birçok özelliğinden bir tanesi de onun bir “emr-i rabbani” oluşudur. Ruhun özündeki “rabbani” özellik icabı, insanın “rububiyet’i” sevdiği söylenebilir. İlahi anlamda rububiyet kemal (yetkinlik)de eşsiz ve varlıkta tek, rakipsiz ve “varlığı kendinden menkul” olmaktır. Bu nedenle ilahi bir vasıftır ve insan doğası icabı bunu sever. Öte yandan tam-yetkinlik varlıkta tek olmakla mümkündür. Varlıkta ortak olmak ise noksanlıktır. Çünkü diğer tüm varlıklar gibi insanlar da varoluşlarında kendilerine değil, bir ilahi kudrete dayanır. Buna rağmen, yine de insan, ruhunun yaradılış özelliği sebebiyle yetkinlikte tekleşme arzusunun peşinde koşar. Varlıkta-tekleşerek kemale eremeyeceğini kavrayan insan, bu sefer diğer tüm varlıklara hakim olma yoluyla kemale ve mutlak iktidara erme güdüsünü tatmin etmeye çalışır.

Bu noktada antropolog Ernest Becker’e değinmemek olmaz.

23 Aralık 2010 Perşembe

“velinomics” vs. economics ( I )

“velinomics” vs. economics

Bundan sonra yapacağımız, yapmak zorunda olduğumuz, tercih de veli’lik müessesesinden neşet eden bir ekonomik örgütlenmenin tesisi üzerine olmalıdır.

Önce insanlığa pek de yabancı olmayan bazı düşünceler:



PARA:
“Pazarın efendisi rolünden....”

Emeğin sömürüsü problematiğinin kaynağı üretim araçları mülkiyetinin özel sahiplikte olması değil, para sisteminin yapısal arızalarından kaynaklanan sebeplerle ekonominin dağıtım tarafındadır. Aristo’nun da işaret ettiği gibi para bir yandan ekonomik faaliyeti kolaylaştıran bir mübadele vasıtası iken, diğer taraftan da pazara hükmetme gücü olan bir enstrümandır. O halde başlangıç sorumuz şu olmalıdır:

Paranın nötr bir mübadele aracı olması gibi pozitif yönlerini elimine etmeden, faizci ve birikimci gücü ile nasıl mücadele edilebilir?

Paranın pazara hükmetme gücü iki temel karakteristiğinden ileri gelir:

1-      Birincisi, para bir talep vasıtası olarak biriktirilebilme imkanına sahipken, ekonomik denklemin arz tarafındaki emek ve mallar(hizmetler) bu özelliğe sahip değildir. Para, spekülatif amaçlarla, herhangi bir zarara uğramadan geçici olarak, pazardan mahrum bırakılabilir.
2-      İkincisi, para mal ve hizmetlere göre üstün likidite avantajına sahiptir. Diğer bir deyişle bir joker gibi istenildiği zaman ve yerde kullanıma amadedir.

Paranın bu iki özelliği onu elinde bulunduranlara, mal ve hizmet arz edenler üzerinde imtiyazlı bir pozisyona sokar. Bu, özellikle büyük miktarlarda paraya hükmedenler için daha da geçerlidir.

Paraya hükmedenler alım, satım, tasarruf ve yatırımlardan oluşan ekonomik aktivitenin dinamik akışını sektey uğratabilirler. Böylesi bir güç para sahiplerine, spekülatif istiflemeden kaçınma
ve böylece paranın ekonomide sirküle olmasına izin vermeleri karşılığında ödül (şantaj mı demek lazım) olarak bir faiz ödemesi talep etme imkanını tanır.

Paranın bu içkin gücü onun bizatihi stoklanabilmesine bağlı değil; fakat onun ekonomik aktiviteyi aksatabilen ve bozabilen ve bu şantaj ile faiz (haraç) talep edebilmesini mümkün kılan potansiyeline bağlıdır. Sermayenin getirisi (return on capital)  genel ekonomik mülahazalara göre daha önceliklidir, ve üretim, insanların gerçek ihtiyaçlarından daha fazla faiz oranlarına bağlı hale gelir. Uzun vadeli pozitif faiz oranları desantralize pazar düzeltmeleri için gerekli olan kar-zarar dengesini bozar. Bu sosyoekonomik sistemin karmaşık semptomlar göstererek bozulmasına yol açar:  faizli paranın nötr olmayışı gelirin çarpık dağılmasına yol açarak, üretkenlikteki gerçek farklılıkları yansıtamaz hale gelir. Bu da sonuçta parasal ve parasal olmayan sermaye konsantrasyonlarına sebep olarak ekonomide monopolistik yapıların egemenliğine yol açar.

Paranın dolaşması ya da atıl durması(dolaşmaması) nihai kararını parayı elde tutanlar vereceği için, para vücuttaki kan gibi otomatik olarak akamaz. Bu hal altında, parasal arzın dolaşımı ve doğru miktardaki dozajı  etkin bir kamu kontrolüne tabi tutulamaz; genel fiyat düzeylerinde deflasyonist ve enflasyonist dalgalanmalar kaçınılmaz olur. Düşen faiz oranları ve bu sebeple daha iyi yatırım şartları oluşuncaya kadar piyasadan çekilen paranın  söz konusu olduğu bir ekonomik ortamda , durgunluk ve işsizlik artacaktır.


“..... Ekonomik faaliyetin nötr hizmetkarlığına”

Parayı hükümran gücünden yoksun bırakmak için, onun stoklanmasını caydırıcı yaptırımlar öngören yapısal değişimler gereklidir. Böylece paranın istiflenme eğilimi yavaşlatılabilir ve likidite avantajı nötralize edilebilirken, mübadele aracı olma vasfından yararlanmaya devam edilebilir.

Yapılması gereken şey, para sistemine bir “organik reform” uygulanmasıdır. Yani doğal sistemde ve sosyal sistemimizde olan diğer her şey gibi para da ebedi yaşam/ölüm döngüsüne tabi/ entegre olmalıdır; bir başka deyişle geçici ve fani olmalı, basit/bileşik faiz yoluyla kendisini limitsiz bir şekilde öz-çoğaltımını yapabilme karakteristiğini kaybetmelidir. Böylesi bir reform regüle edici, holistik (bütüncül) bir terapi olacaktır; para sirkülasyonundaki aksama nedenleri ortadan kalktıkça şu an için fonksiyon bozukluğu gösteren sosyal organizmamızda öz-şifalandırıcı güçler tedricen harekete geçerek krizin ekonomik ve yapısal semptomlarını devre dışı bırakacak ve nihayetinde naturel düzen ile harmoni içinde bir denge haline gelecektir.

Sermaye sahibinin çalışan kesimlerden talep ettiği (dayattığı) haraç sıfırlanınca, üretim süreçlerini etkileme imkanı kalmadığından üretici ve tüketicilerin dezavantajlı durumu da ortadan kalkacaktır. Daha da ileri olarak postüle edilebilir ki,  faizin olmadığı ortamda, çalışan kesimin büyük çoğunluğu maaşa ve ücrete dayalı işlerini bırakarak, daha otonom (kendi işinde/başarmak istediklerinin peşinde) ya da kooperatif tabanlı işlerde çalışmaya başlayacaklardır.


"Belirsiz Zamanların” başlangıcında

İnsanlık olarak “Belirsiz Zamanların” başlangıcındayız,
yol ayrımlarındayız...

Toplum olarak, hatta insanlık olarak, bu belirsizliği aşmada önümüzde denenmiş bir şablon yok.
Ama vicdan, sağduyu ve samimiyetimiz bize bu zor ve sancılı yolda yol gösterici olacaktır; eğer gerçekten istiyorsak.

Birey hiper-atomize olma yolunda; tüm geleneksel ilişkilerinden azade artık. Bilinen ekono-sosyal örgütlenme yok bugün.
Bireyin gelecek korkusu, güvenlik kaygısı ve yoksunluk tedirginliği artık eski aile ya da ait olduğu topluluk hukuklarına dayanmıyor zamanımızda. Paylaşımcılık, imece ve işbirliğine dayanan kaygı giderme yöntemi epeydir kullanılmıyor artık.
İkame edilen yapayalnız, hiper-atomize bireyin, düzene isyan etmediği takdirde, kendisinin gelecek güvenliğinin garanti altına alınacağı tezi. Bu kredibilite ratingi ile sağlanacak deniyor. Ne kadar atomize (toplumcu ekonomik ilişkilerden azade) isen ratingin o kadar kredibil oluyor, yani sistem için o kadar mutebersin. Düzenin sana bir şekilde sağladığı imkanla , kısıtlı iş piyasasında bir işte  rekabet altında ve verimli (yoksa buna bile imkan bulamazsın) çalışacaksın, sigorta primlerini ödeyeceksin ve yoksunluk endişen izale edilecek. Bu kadar mekanik , bu kadar basit. Yeter ki birikimlerini sigorta sistemi üzerinden azametli sermaye kümelenmelerine dahil et. Onlar senin gelecek korkunu giderdiğini iddia ederken, bir yandan da, sermaye birikiminin gücüne dayanarak, klasik (ve modern) işbirliğine dayanan toplum örgütlenmelerini lağv ederler.

Tüm dünya yaşamının kodları da güvenlik ve gelecek kaygısı üzerine değil midir? Bunun üzerinden korkutulmuyor muyuz?

Tüm mesele, bu kaygının nasıl giderileceği; kollektif ve karşılıklı mı olacak, yoksa bu iş seçkin güç simsarlarına mı bırakılacak? Birinin vaz’ı güvence karşılığı özgürlük iken diğerininki güvence karşılığı total boyunduruktur.

İnsan insanın velisi, kollayıcısı olmalı, olabilmeli.
Biz birbirimize emanet edildik ve güvencemiz de biziz, hepimiziz. Bu bizim tek exodus’umuz, çıkışımız, var oluşumuz...

Şu müzik meslesi

Geçenlerde yaptığı bir konuşmada Başvekil, hızla değişen dünyaya ayak uydurmak zorunda olduklarını belirtmiş.

Başvekil, konuşmasını şöyle sürdürmüş: "Dünyada çok hızlı bir değişim yaşanıyor. İdare anlayışı değişiyor. Siyaset değişiyor, ekonomi değişiyor. Bu değişime ayak uyduranlar, bu değişimi yıkından izleyenler ayakta kalıyor, yarışta öne çıkıyor ama değişimi tribünde izleyenler geri kalıyor. Bir çok imkandan da mahrum kalıyor” demiş.

Yani  dünyada bir müzik çalarken dansı iyi yapmaya bağlamış işi. Müziğin ne olduğu önemli değil; amaç uyumlu ve iyi dans etmek. Böylece yarışta öne çıkılacakmış, ayakta kalınacakmış, birçok imkanlardan mahrum kalınmayacakmış.

Yeni bir şey söylememiş, daha önce de dile getirdiği, kendine göre “dünya gerçeğini” tekrarlamış.

Madunlar altta kalmışmış, kitleler ezilmişmiş, dışlanmışmış, hor görülmüşmüş ne gam!...

Yeter ki servete ve kudrete erelim . Altta kalanlar, “kendince kalmayı” tercih edenler, kendi haline ya da “kendi tercihlerine” ağlasın.

Sistem iyi dans edenleri ödüllendiriyor, tribünde değil pistte olmak, bu fırsatı kaçırmamak lazımmış!
Hegemon sistem anlaşılan zulmünü yeni dansçılarla, rolüne dünden hazır “gönüllü” ve”becerikli”, ancak şuursuz, yeni yüzlerin dans şovlarıyla sürdürecek. Hegemon belki de “dünya baş zalimi” payesini, eskisinden alıp bu gönüllü ve becerikli yeni adaylardan birine verecek. O halde durmak yok yola devam...

Mesele müzik meselesi.
Mesele Hegemonun getirdiği, makamı özünde aynı olan müziklerde dans etmeye çalışmak değil, teşrikliğin ve diğergamlığın müziğini bestelemek.
Mesele zincirlerimize aşık olmak değil, bu zincirlerin bizi ne kadar iyi dans ettirdiğine övgüler düzmek hiç değil,
mesele  zincirleri kırmak, kopmak, ayrışmak, teberri etmek, yüz çevirmek;
tereddüt etmeden, pişmanlık duymadan, geri dönüşsüz...

Bu yol zor ve sancılı,
Bencilsiz, ayaz ve çelik bir adanmışlık, fedakarlık gerektiren,
her gurbete çıkış gibi, hicret gibi ...

9 Kasım 2010 Salı

Artık en büyük sınıf B O R Ç L U L A R . . .

 Merkez Bankası raporuna göre, 1.2 milyon kredi kartı sahibi borcunu ödeyemiyor. (hürriyet 9-11-2010)

DÜNYAYI VE YÜZDE 5’İNİ İSTİYORUM ! . . .

Küresel finansın tahakkümünün hikayesi
Larry Hannigan

Fabian yarınki kalabalığa yapacağı konuşmasını bir kez daha prova ederken heyecanlıydı. Hep prestij ve güce sahip olmak istemişti, ve şimdi rüyaları gerçek olacaktı. Mesleği gümüş ve altın işlemeciliği üzerine idi,mücevharat ve hediyelik eşyalar yapmaktaydı. Ancak hayatını kazanmak için elleriyle çalışmakfikrinden memnun değildi.. Heyecana, meydan okumaya ihtiyacı vardı ve şimdi planını işlemeye hazırdı.
Nesiller boyu insanlar ticarette takas sistemini kullanmaktaydı. Ailenin reisi, ailesinin tüm ihtiyaçlarını ya kendisi çalışarak temin ediyordu, ya da belli bir ticaret dalında uzmanlaşarak tedarik ediyordu. Kendi üretiminden ne arttırabiliyorsa başka insanların üretiminden artan ile takas ediyordu.

Kasabanın pazar yeri her zaman gürültülü ve tozluydu. Üstelik insanlar birbirlerine yüksek sesle bağırıp el sallıyor, takas yapacağı arkadaşını bulmaya çalışıyordu,. Zamanında mutlu ve sakin bir yerdi, fakat şimdilerde ise çok sayıda insan ve hırgür vardı. Pazarlıklar bir türlü sonuçlanmıyordu, her geçen gün karmaşıklaşan bir sistem hakimdi. Çene çalmaya devam etmenin alemi yoktu. mutlaka daha iyi bir sistem lazımdı.

(Devamı)
http://www.timeturk.com/tr/2008/10/18/dunyayi-ve-yuzde-5-ini-istiyorum.html